Skip to content

Latest commit

 

History

History
86 lines (73 loc) · 5.58 KB

duygu.md

File metadata and controls

86 lines (73 loc) · 5.58 KB

Duygu

Ahlak'taki dürtünün duyguya nasıl dönüştüğü ile ilgili bir alt konudur.

Dürtü: henüz duygu ya da benzeri bir şeye dönüşmemiş ham içsel tetikleyiciler

Duygu, dürtülerin düşünce tarafından adlandırılacak kadar olgunlaşmış ve kişinin bedeninde fiziksel bazı değişimlere yol açmış halidir. Dürtüler olgunlaşmadığında düşünce tarafından adlandırılamazlar. Bir ada sahip olduklarında ise ilk kez düşünce süzgecinden geçmişler demektir, yani duygu halini almışlardır. Kişinin içinde adını koyamadığı bir his uyanabilir, ama bu his henüz daha önce karşılaştığı duygulara benzeyecek kadar olgun değildir. Bu noktada bu dürtüye isim vermek oldukça güçtür. Yine de kişi acele edip buna bir isim verebilir ve bu dürtü, tanısı yanlış da olsa doğru da olsa, artık bir duygu olarak nitelenmiştir.

İnsan düşüncesi aynı anda bir konuya odaklanabilir. Birden fazla iş motor beyin tarafından karşılanabilir, ancak düşünce eylemi bunu yapamaz. Bölünmesi gerektiğinde ise biraz bir konuya, biraz başka konuya odaklanacak şekilde ilerler. Bu odak değişimi "context-switch" olarak adlandırılır ve bu değişimin kendisinin bir maliyeti vardır.

Düşünceye konu edilen şey ne kadar yoğun ise, düşüncenin ona odaklanması ve odağını ondan çıkarması da o kadar maliyetli olur. O nedenle aynı anda iki yeni şey öğrenmek istemeyiz. Bunları sırayla yaparız. Yani aynı anda iki farklı konuda iki farklı kitap açmayız. Günümüzü planlarız.

Ancak düşünce konusu olan şey az odak istiyorsa, kişi bunu hızlıca yapabilecektir. Yani kişi, yapmayı bildiği bir yemeği bir yandan pişirirken, bir yandan da bilgisi dahilindeki başka bir konudaki sorulara yanıt verebilir.

Dürtüler ise, aynı anda var olurlar, ve birden fazladırlar. Bazıları anlık yanıp sönerken, bazıları daha inatçıdır, kök salıp büyürler.

Düşünce ile dürtünün bu çelişen doğası sebebiyle, düşünce tüm dürtülerle ilgilenemez. Bu sebeple dürtülerden büyüme eğiliminde olanlar, düşünce olmaksızın büyürler. Artık insanı harekete geçirecek ölçüde büyüdüklerinde ise düşünce tarafından fark etmeye değer bir ölçeğe gelmişler demektir.

Düşüncenin ikilemi, tıpkı döviz yükselirken yatırımını yöneten bir kişi gibidir, döviz yükselmeye devam mı edecektir, yani eldeki varlıkla ilgili bir alım satım yapmalı mıdır, yoksa dövizde geçici bir değişim olmuştur ve varlığa dokunmamak mı gerekir. Dürtüler yapıları gereği kaotik ve öngörülemez olduklarından düşüncenin başı her zaman dürtüleri ile beladadır. Olmadık dürtüleri inceleyip onlara isim vermeye çalışmak mı, yoksa duyguya dönüşecek dürtüleri biraz daha görmezden gelip onları yoksaymak mı.

Kaynakları kısıtlı olan düşünce, birçok dürtüsünü zorunlu olarak yoksayar. Bu durumda dürtüler düşünce süzgecinden kaçarak duygulara, duygular da yine düşünce süzgecinden kaçarak eyleme dönüşebilirler. Düşüncenin becerisi dürtüleri olamasa da duyguları tasniflemek ve onlara karşı, daha önce yaptığı yemek gibi, bir tanıdıklık geliştirmek ile ölçülür. Bu tasnif zaman geçtikçe hem yenilenmeli hem de detaylandırılmalıdır.

Bu bağlamda duygular, dürtülerin düşünce süzgecinden geçmeyip bizi eyleme teşvik edecek kadar güçlenmiş halleridir. Duygulara isim vermek düşüncenin dürtüler ile ilgili ilk işlemidir. Bu işlem eylemden önce yapıldığında kişi kendi duygularını tanımaya başlar ve eylemleri öncesinde "şu an aç olduğum için bunu yapmak istiyorum" gibi farkındalıklar geliştirir. Bu vesileyle, farkında olmadığı açlığın yaratacağı öfke dolayısıyla önündeki arabanın sürücüsünü suçlamak yerine, belki açlığını giderecek bir atıştırmalığa yönelebilir.

Duygu sözlüğünü geliştirmek ise, benzer duyguları birbirinden ayırmak adına önemlidir. Dürtüler sonsuzdur ve biriciktir, duygular ise birer tasniften ibarettir. Gerçekte hiçbir dürtü diğerinin tekrarı değilken, olgunlaştıklarında birbirine benzerlik gösterirler. Bu durum kişiyi duygunun birebir aynı olduğu yanılgısına götürmemeli, kişi duygularını birbirine benzetmeye değil, ayrıştırmaya çalışmalıdır. Daha önce yaşadığınız bir aşk, daha sonra yaşadığınız başka bir aşk ile birebir aynı değildir. Buradaki aşk sadece benzerleri üzerinden yapılmış bir kategoriden ibarettir. Sözlük geliştikçe, kişi her gününü diğerinden farklı yaşamayı daha iyi becerecektir.

Dürtünün bir diğer özelliği de bir bilince sahip olmamasıdır, yani kendi kendini durdurma becerisinden yoksundur (bkz. bilinç). Eğer büyüyebiliyorsa büyür. Fiziksel sınırlara çarpana kadar durdurulamaz. Bu nedenle düşünce devreye bir noktada girmeli, dürtüye isim koymalı ve o isme bağlı deneyimlerinden hareketle dürtülerini uygun (hayatı kendisi için sürdürülebilir kılacak) eylemlere yönlendirmelidir. Düşüncenin devreye geç girmesi kişiyi ahlak bağlamında istenmeyen sonuçlara götürecektir (her durumda istenmeyen olmayabilir, ama kontrolsüz olduğu için bir noktada istenmeyen sonuç da doğacaktır) ve düşünce gittikçe içinde bulunduğu bedenin gerçekliğini inkar etmek zorunda kalana kadar devreye giremeyebilir. Hiç devreye girmediğinde ise kişi delirmiş sayılır. Bu kişi için düşünce dürtü - eylem - koşullar ekseninde var olmayan, kendi dünyasında kendi yankıları ile hareket eden kopuk bir uzay gemisi modülü gibidir.